İstanbul 'dan Altınoluk'a gidince değişen tek şey havanın kokusu yada doğanın güzelliği değildi.İnsanların hal ve tavırları da değişiyordu.
Sanki oradaki insanlar başka bir dil konuşuyorlardı.
Kelimeler ,cümleler Türkçeydi de konuşmanın şarkısı farklıydı. Yani vurgusu.
Çocukken kafamda işte böyle anlamlandırıyordum Ege insanının farklı şivesini.
Bazı kelimeler vardı sadece orada kullanılan yada bazı tonlamalar vardı oraya özgü. Mesela İstanbul' da "çocuktuk", Altınoluk' a gidince "dada" oluyorduk.İstanbul 'da bir yerden bir yere gidiliyordu da Altınoluk' ta varılıyordu.
Ama bana en değişik gelen şey herkesin bir lakabı olmasıydı. Bu lakaplar bazen bir durumdan bazen bir olaydan yada bir özellikten dolayı o kişiye verilmiş oluyordu.Kişinin adının önüne geçiyordu hatta nesilden nesle aktarılıyordu. Ve bence kişilere bir gizem katıyordu.
Mesela Hüseyin ismi Altınoluk ta o kadar çoktur ki bir Hüseyin i diğerinden ayırt etmenin yolu İstanbul 'da soyadı iken Altınoluk 'ta o kişinin lakabı oluyordu.Tango Tevfik,Böcek Hüseyin,Mimiko İbrahim,Dalaklı Memet,Teke Recep,Saraç Ali benim şu anda hatırladığım lakaplardan birkaçı.
Ama bana en komik gelen ve bence Ege insanının kendine has espri anlayışını en güzel anlatan lakap "Şıngır ın Halil" lakabı.
Köyde bir amca varmış (Halil 'in babası).Yürürken hep cebindeki bozuk paraları şıngırdatırmış.İşte bu durumdan dolayı oğlu Halil 'in lakabı "Şıngır'ın Halil olmuş.Ne kadar basit ,ne kadar doğal ve ne kadar esprili.
Tıpkı Ege insanı gibi.
Ben ise Kontracı Hüseyin 'in torunuyum. Babama ve babaanneme olan benzerliğimden dolayı yaşlı teyzecikler (bu da bir Ege vurgusudur) yolda çevirip "sen Kontracı'nın torunu musun "diye sorarlar.Sanki eski bir yüzü, eski bir dostu görmüş gibi olurlar "evet "cevabını aldıklarında...